25 Mart 2010 Perşembe

Buğu

Gözlerini açtı yavaşça. Bu sabah da diğer sabahlardan farksız ve renksiz gözüküyordu. Çift kişilik yatağın boş kısmına bırakmıştı ellerini ve durgun bakan gözleri duvarın derinliğine daldı.
“Siyah-Beyaz” dedi. “Her şey çok siyah beyaz…”

Daha uyanamamıştı. Kısık gözleriyle penceresine baktığında geceden kalmış birkaç parmak izini ve yazdığı cümleleri fark etti. Buhara gömülen bu yazılar camın üzerinde iz bırakmıştı. Yatağından anice kalktı ve hiddetlenerek camın bütün buğusunu bir çırpıda sildi. Pencereyi temiz bir sayfanın şeffaf halinde bıraktı. Sokakta hayat daha da belirginleşti. Kasvetli bir sabahı süslüyordu yağmur. Bir süre insanları izledi penceresinden. Onlara bolca küfretti. Kol kola gezip birbirleriyle gülüşen çiftleri, köşede ayakkabı boyayan genci, babasından pamuk şeker isteyen küçük kız çocuğunu gördü.

Yüzünü biraz yıkayıp kendine gelebilmek için gövdesini çevirdi. Başı hala penceredeydi. Tam yürümek üzereyken sokağa bir çiftin girdiğini gördü. Burnunu aniden pencereye dayayıp onlara dikkatlice baktı. Kız, gencin koluna girmişti. İkisi de yürüdüğü zemine bakıyor ve hiç konuşmuyorlardı. O an, büyük bir haykırışla başını iki kolunun arasına aldı. Yüzünde büzüşük ve acı bir ifade oluştu. İniltiler çıkardı gırtlağından.

Hemen üstüne başına göz attı. Üzerinde akşamdan kalma bir kot pantolondan başka hiçbir şey yoktu. Askılıktaki ceketini üzerine alıp kapıya koştu. Bu sırada gecenin ertesinden kalan şarap şişeleri de ayaklarına dolandı. Apartman merdivenlerini iniltilerle tüketti. Sokağa indiğinde soluk soluğa etrafına baktı. Çift, sokağın derinlerine doğru gidiyordu. Onların peşinden var gücüyle koştu ve kızın kolundan tutup çekti. Ne olduğunu anlamayan kız, onunla burun buruna geldi.

Henüz “Ne oluyor?” demeye kalmadan yanı başındaki genç, adamın yakasına yapıştı. “Sen Kimsin?” dedi. Dili düğümlenmişti adamın. Üzerine geçirdiği ceketi de parça pinçik olmaya başlamıştı. “Ben...” dedi. Kızın yüzüne dipsiz bir kuyuya bakar gibi baktı. Bir süre sonra adamın yüzünde acı bir ifade belirdi. “Ben sadece onu birine benzettim.” Genç, şaşkın bakışlarıyla ellerini adamın yakasından indirdi. Hiçbir şey söylemeden kollarının kuvvetini adamın göğsünde toplayıp onu sertçe itti. Adam dengesini kaybedip yere düşmüştü. Kız ise yüzündeki şaşkınlığıyla hala adamın gözlerinin içine bakıyordu.

Genç de kendisini silkeleyip olan bitene bir anlam kazandırmaya çalışırken etrafına bakındı. Sokak tenha sayılırdı. O esnada bir apartmanın penceresinden sarkan orta yaşlı bir kadınla göz göze geldi. Kadın ona seslenerek: “ O buraların delisi sayılır. Ara sıra sokaktan geçen kızların peşinden koşar. Onlarla konuşmaya çalışır. İstediği cevabı alamayınca da onları birisine benzetir hep.” Dedi. Genç, yüzündeki sert bakışı yumuşatmaya çalışarak başını tamam manasında salladı.

Adam hala sokağın ortasında yerdeydi. Gözlerini asfalta mıhlamıştı. Bedenini hafifçe ileri-geri sallayarak anlaşılmayacak kelimeler mırıldanıyordu. Genç, sert bakışlarını acınacak bir ifadeyle birleştirdi. Adama yönelip onu yerden yavaşça kaldırdı. Birkaç saniye boyunca adama baktı. Adamın gözleri ise hala asfalta çakılıydı. İki dudağının arasında hep aynı kelimeler vardı. Mırıldanıyordu: “Yoksun sen, yoksun sen, yoksun sen…”
Adamı kaldırımın kenarına oturttu genç. Sonrasında kız arkadaşının yakınına ilişti. Kıza uzun uzun baktı.
“Bana elini ver.” Dedi. Şimdi kızın ellerini daha sıkı tutuyordu. Onu yanaklarından öptü ve “Hadi buradan gidelim.” Dedi. İki sevgili arkalarında bıraktıkları adama bir yandan bakıp bir yandan da gözden kayboluyorlardı.


Onlar yağmurda yavaşça kaybolmaya başlamışken adam, asfaltta çakılı kalan gözlerini kızın gözlerine dikti. İkisi, miyop bir sisin ardına karışıp görüntüden kaybolana dek adam, kızdan bakışlarını ayırmadı. Ardından oturduğu kaldırımdan yavaşça kalktı. Dudağında yine aynı mırıltılar vardı. Giden çiftin yoluna bakıp bir yandan da gülümsüyordu. Küçük adımlarla yürümeye başladı. Geldiği apartmana geri döndü. Basamakları ardında bırakıp dairesine vardı. Yüzünü yıkadı ve ıslak suratını kurulamadı. Kahkahalara başlamıştı. Akşamdan kalan şarap şişelerinin dibini yokladı. Yarı dolu bir şarap şişesini sol eline aldı ve pencereye yöneldi. İçinde sakladığı bütün sıcak nefesi camın üzerine boşalttı. Bir süre önce silip yok ettiği yazılar buharla yeniden kendini belli etti. “Yoksun sen.”

Geri çekildi ve buharın içine çakılan bu kelimeleri bir de uzaktan izledi. Kahkahaları daha da güçlenmişti. Ardından pencerenin camını açtı ve dışarıdaki siyah-beyaz gökkuşağına baktı. Sokaktan geçenleri tekrar izlemeye başlayan adam tekrar mırıldandı: “Yoksun Sen.”.



Fatih Öztürk