12 Ekim 2009 Pazartesi

Tuhaf


Tuhaf bir çocuktum ben.
Ben hatırlamasam da anlatırlar birçok kez ölümden dönüşlerimi.
Annemin eteğini çekiştirir ağlardım; "Neden beni hep ağlatıyorlar." diye.
O zaman beni arasaydınız bulamazdınız. İtilip kakılıyorumdur herhangi sokağın birinde.
Beni oyunlarından kovup istemeyen çocuklardan kaçardım.
Sokak sokak dolaşıp oyun arar; kimseyle anlaşamayınca tabureme oturur yüzümü saklardım.

Garip bir çocuktum ben.
İlk sefer duvarlara çizmeye başladım resimleri. Alışamamıştım kağıtlara.
Paylaşmazdım bisküvilerimi. Sadece paylaşabilecek tek bir kişiyi beklerdim.
O kişi gelmeyince de bisküvilerimden hiç yemezdim. O kişinin kim olduğunu hala bilmiyorum.
Hiç görmedim...

Dedim ya, garip bir çocuktum ben.
Karanlıkta oturmayı çok severdim.
Geceleri kocaman kahkalar duyar; bana seslenenlerle konuşur dertleşirdim.
Aslında onları da hiç görmedim.
Küçükken sizin o çok sevdiğiniz marioyu sevmeyip; ateri kasetlerinden silerdim.
Kaybolmak ve bulunmamak isterdim bazen, küçücük ayaklarımla nereye gideceğimi bilmeyerek.

Tuhaftır ya,
Misket biriktirirdim ama oynamak istemezdim. 20'likler, 100'lükler...
Doldururdum hepsini hayal dolu çantama, sakınırdım topraktan, çimden, betondan...
Kırılmış camlara sürterdim ellerimi. Bilerek ellerimi kanatır, sonra da ağlardım.
Oyuncaklar isterdim ama aldıktan sonra hiçbirini sevmedim.
Ağaçlara çıktığımda izlediğim gökyüzüne el sallar; bir ağaç evim olsun diye sayıklardım.

Tuhaf bir velettim ben.
Daha çok küçükken büyümek istemediğimi söyledim. Dinlemedi hayat beni.
Yüzümdeki darbe izlerini sorduklarında suçu kapılara, zeminlere yükledim.
Okuldan çıktığımda eve gitmek istemezdim.
Ödevim var diye kaptığım parayı elma şekerine verir; yapış yapış ellerimle sokakta beklerdim.
Küçükken ilk kez birini sevdim. Sevdikten sonra onu hiç görmedim. Göremedim.

Garip olması gereken bir çocuktum ben.
Uyumadan önce her gece, babamın bağırışlarını ninni diye nitelerdim.
Haykırışlarını şiddetinin yanında yatağıma yastık, kulaklarıma masal diye misal ettim.
Ben alıştım ellerim daha küçücükken günboyu mesai yapmaya.
Düşünmek için vakit ayırmaya daha küçücükken başladım.

Garip bir çocuktum,
Salak olmaya alıştım. Dalga geçilip aşağılanmaya...
Parmakla gösterilirken ben, kendimi sizler gibi hissetmemeye alıştım.
Kartonlardan, kağıtlardan maketler; kendime çizgi kahramanlar yaptım.
Geceleri onlar ile uyuyup onlar ile kalktım. Olmayınca arkadaşım, dost diye onları saydım.
Okulumdaki sırama bile götürdüm onları. Dalga geçtiler, yırttılar hepsini. Zar zor nefes aldım.

Sonra büyüdüm...
Yıldızlara ulaşmaya çalıştım hep.
Düşüncelerde boğulmamaya, bir ruh hastası olmamaya çalıştım.
4 Duvar arasına hapsolmamaya gayret ettim, güneşi aydan daha çok sevmek istedim onlar gibi.
Olmadı. Beceremedim...
Herkes yağmurdan kaçarken ben yine yağmurda ıslanmak istedim sırılsıklam.

Hala tuhaf biriyim ben.
Uyumaya çalışırım geceleri. Beni rahat bırakmayan karabasanımı bile özlerim o gelmeyince.
Vakit geçmek bilmeyince yelkovanı çeviririm. Akreple oynarım.
Takvim yapraklarına gözyaşlarımı dökdükten sonra yırtarım.
Hala garip biriyim ben,
Çizgilerde tadarım acımasızlığı, sayfalara suç atarım.
Ben sinirlenince beyazları karalarım.
Titrek ellerimi notalara basa basa sakinleştirir, damarlarımdaki kanı melodilerle akıtırım.
Sabaha karşı bestelerimi gökyüzüne fırlatırım. Belki birisi duyup gülümser diye...

Garip biriyim.
Geceleri soğuktan değil, yalnızlıktan titremeye alışığım.
Aynaya baktığımda, "ben kimim?" sorusunu sorduğumda cevapsız kalmaya alıştım.
Alıştım ellerim cebimde sokaklarda saatlerce dolaşmaya.
Alıştım hayallerimde nefes almaya, rüyalarıma sığınmaya.
Alıştım terkedilip yarı yolda bırakılmaya. Ben aldanmaya alıştım.

Tuhaf biriyim ben.
Bana bahşedilen bu tekillikle, yalnızlıkla öyle bir sevdim ki fırtınalar koptu.
Sevdim ki bütünleşmek istedim. Nasıl seviyorsam ben de o kadarını istedim.
Geleceğin mektuplarını tek bir kalemle iki kişi yazsın istedim tanrıya.
Ruhumun eksik olan parçalarına koymak istedim seni. Doldurmak istedim.
Öyle sarılmak istedim ki hiç bitmesin. Öyle dursun zaman. Öyle kalalım istedim.
Meğer ki ben fazla sevmişim hep. Yalnız bir şiirmişim.
Gönderilmeyen, sadece yalnızlığa yazılan, çaresiz bir şiir...

Kimim ki ben? Yine soruyorum...
Şimdi her bir dakikaya küfrü basıyorum. Zincirlerle esaret edildim sanki bu 4 duvara.
Zincirlendim sanki yalnızlığa, kağıtlara, melodilere.
Nefret ediyorum kendimden her geçen saniye.
Ben tuhaf, dünya tuhaf, zaman tuhaf, herşey bir enteresan, bir garip...
Dayanılmaz... Dayanamıyorum.

Fatih Öztürk

1 Ekim 2009 Perşembe

Bedenin Yanarsa Vakit Tutuşur.


Ölüm kokuyor suskun dudakların.
Yüzüm yüzüne her eriştiğinde,
Lezzetli bir ölüm tadı.
Ben uzanmak isterken ebediyete,
İstiyorum ki bitsin son duraklarım.

Kan döküyorum korkularımdan.
Bu ithafın bile bir tereddütü,
Her harfin bir kuşkusu var.
Sen ki ufuk çizgisinde,
Küçük bir karanlık oluverirsen.
Geceler beni vicdansızca boğar.

Kısık gözlerinde kocaman oluverir miyim?
Sığar mıyım ciğerine dumanlar gibi?
Dokunabilir miyim sigaranın ucuna?
Sarhoş edebilir miyim ben de seni?

Buğulanır mı bana dokunan ellerin?
Uzansam yanına farkeder misin beni?
Gözlerime baksan görür müsün kendini?
Ellerin bedenimin kamçısı;
Kilometrelerin acısını semadan çıkarmak gibi.
Bulutlar elbisen, yıldızlar ise yüzünün bir parçası.

Kanatırsın dizlerini. Hızlıca koşma sakın.
Sen döndürme, çevirme yelkovanını.
Saatler uyusun sessizce.
Takvimler zaten oldukça şaşkın.. Bilmezsin,
Cam kadar; bir pencere kadar şeffaftır aşkın.
Görüpte uzanamamak;
Uzansan da başını çarpıp kanatmak.
Yitirmek bilinci birçok kez;
Dalgalı bir ateş denizinde donakalmak.

Köprüler, kıtalar, uzun soluklu asi yollar...
Otobüsüm geldiğinde esip titretiyor soğuk rüzgar...
Ardımda bıraktığım, tanışmadığım caddeler ve sokaklar.
Ayakkabılarım sürtüne sürtüne,
Sıcak tabanlarımla aşardım bildiğim soğuk yolları.
Şimdi ben koşuyorum...
Önceden bakarken İstanbul' un gözlerine;
Şimdi ben bilmediğim İstanbul' un tenini okşuyorum.


Fatih Öztürk