29 Ocak 2009 Perşembe

Issız Gecenin Dar Dakikaları ve Çaresizlik.



00:04 Yalnız başıma tenha bir odada yaşam savaşı veriyorum yıllarca.


Artık korkmuyorum eskisi gibi...Zifiri bir gecenin bedeniyle sabaha çıkıyorum hep aynı yatakda.
4 duvara benziyor başımı koyduğum bütün yastıklar.Sabaha kadar hep ama hep aynı kabus.Hep aynı rüya.
Her gece mutlu bir sonla bitmeyen farklı bir film tavanda.Her sabah hayata yeniden bir göz açış.Tekrar üzüntülü bir "merhaba". Ve yeniden bir beddua.
Sırf yaşama inat bir tebessüm ile son nefesimi solumak istiyorum tam burada.Bu battaniyenin altında !
Sonra kaşlarım çatık bir halde içimi döküyorum kağıtlara hep aynı köşede , aynı duvar kenarında.
Giderken pencerenin camında bıraktığın "Hoşcakal" , her yağmurun ardından tekrar penceremde buğulanmakda.
Şimdi ağzıma bıçak vursanda açılmaz haldeyim insanlardan kalan anılara..Sadece bakıyorum onlara, hiç bir anlam yüklemeden.
Anılar ise bana birçok şeyi anlatmaya çabalıyorlar.Çığlık atıyorlar derinden. " Hepsi bırakıp gitti" diye sayıklıyorlar..." Sadece biz kaldık " diyip fısıldıyorlar kulağıma.
Saat benimle inatlaşırcasına döndürüyor yelkovanı akrebin üstüne.Ben ona ne kadar dur dersem , o dahada süratleniyor bana; küçük bir kız çocuğu gibi sinirlenerek.
Nede olsa bugüne dek ikimizde soluk aldık bu odada.Farkettimki ikimizde yorulmuşuz...
Acı ile körüklenen dakikalar , akrep 'in kendi etrafında kimbilir kaç bin kez dönmesi ile yıllara çevirmiş kendini.Bunun tek canlı şahidi ise duvardaki saat olmuş.
Vakit geceyarısı oniki onsekizi gösteriyor.Şimdi Tik-taklar ritim oluyor enstrumanıma...Gitarım artık ben dokunmasamda hüznü çalıyor en soğuk gecelerde,
alışmış her akşam titreyen ellerime.Ben olmasamda kendisi tasvir ediyor yalnızlığı.
Duyuyorum onunda inceden haykırışlarını.Notalarını karanlığa saçıyor.Parlatıyor kimi zaman bu melankolik duvarları.
Acı çekmeyi ne kadarda iyi öğrenmiş diyorum içimden...
Sonra alıyorum bakmaya kıyamadığım resimleri elime , fotoğraflarda bana dokunan kim varsa kafasını ateşe veriyorum...Sadece vucudu kalıyor.
Ardından içimdeki boşluğu doldurduğunu sanarcasına yeni yüzler çiziyorum yerlerine. "Daha fazla gülümseyen yeni yüzler, yeni insanlar..."
Ve sonra güçlükle ayağa kaldırıyorum duygularla ağırlaşan bedenimi.Eskitemediğim kalın bir siyah ceket geçiriyorum üstüme bu ılık geceyarısı saatinde.
Kapıyı açıp var gücümle dışarıya atıyorum kendimi acı veren herşey yüzünden.Hızlıca kaçıyorum kendimden , Kendime ait ne varsa herşeyden...

00:46 Yalnız başıma tenha bir yolda adımlarımı sıralıyorum yavaşca.

Yırtık ayakkabılarım çatlak bir asfalt üstü sürtünerek gittikçe ısınıyor.
Yol kenarlarında İlkbahardan beri yapraklarını kaybetmiş , nemli havayı içine çeken huzursuz ağaçlar.
Dalları öyle boş ve hırçın duruyorki... onlarda sonbahara kızgınca küfür ediyorlar.
İçimde bir ağırlık mevcut.Öyle kocaman bir yük koymuşumki yüreğime,Şimdi Kaldıramıyorum.Söküp atamıyorum...Yürütmek istemiyor beni.
Hava sıcak ama ben sürekli üşüyorum.Titriyorum sürekli, İki kolumla kendi bedenimi sımsıkı sarıyorum.Avuçlarımı sıkıyorum sinirlenircesine yalnızlığa.
Ama buda hiç bir işe yaramıyor...Tüylerim yine diken diken batıyor bedenime.Bu soğuk; içimden...Taa derinden gelmekte.
Siyah renkli bir hediye paketi gibi kaplıyor bedenimi boydan boya.
Tüm bunlar olurken Gözlerim bir istanbul çukuru gibi su toplamaya başlıyor.Doluyor hafiften...
Gözkapaklarımın kilitlerini tek tek kırıyor yaşlar.Yüzümden süzülüyorlar...
Ben ellerimle toparlamaya çalışsamda ; Bazıları yerlere düşüyor.
"Bir daha ağlamayacağım" diye kendime verdiğim sözlerin bir tanesini daha bozuyorum.
Diliyorumki kimse farketmesin göz pınarlarımı...Ve Verdikleri ışık sayesinde oluşan gölgemden tırsıyor sokak lambaları.
Uzak dur bizden diye bağırıyorlar sanki...Bu yüzden yine kaçıyorum ara sokak bir karanlığa.
Şu an yağmur başladı.Gözyaşlarımla karışık bulut taneleri damlıyor notalarıma.
Artık kimse farkedemez ağladığımı...
Beni acı ile sarhoş edip gözlerimin önüne perdeler çekiyor içimdeki...anlayamıyorum adımlarımın beni nereye getirdiğini.
Aniden farkediyorumki denizin kokusu dalgalanıyor burnumda. Sonu sahile çıkan loş ışıklı bir yolda buluyorum kendimi.
Bırakıyorum "ben" i kendi haline. Ardından yavaşca yaklaşıyorum gecenin kapkara yaptığı asi mavi' ye.
İşte her zamanki gibi beni mahfeden o müthiş dalga sesleri...

01:22 Yanlız başıma tenha bir deniz kıyısında oturuyorum sessizce

Martıların bile bir beklentisi yok benden...Ne bir simit , nede bir ekmek kırıntısı istiyorlar.
Onlarda sanki ağlayıp kanatlarını çırpıyorlar, simsiyah mavinin içinde sevdiklerini kaybetmiş gibi.
Sonra dalgalı denizin üstüne seni çiziyorum o en çok hayal ettiğim halinle.Gökyüzündeki yıldızlar yansıyor derin bakışlı gözlerine , saçlarından süzülüyor parıltılı ışıklar.
Az önce koca bir karartı halindeki deniz; sayende şimdi aydınlığa bırakıyor yerini...Yakıyorsun denizi , Benide işte böyle yaktığın gibi...
Susuyorum yine.Sustuyorsun beni , sen olmasanda yine sen varmışsın gibi...Bilirmisin kaç kez yaktın İstanbul'u sen böyle ey sevgili ? Kaç kez?
Ayağımı şimdi nereye basarsam orası yangın yeri...Aleve veriyorsun heryeri , Sonrasında kalıyor külleri...
Giderek halsizleşiyor bedenim.Gözkapaklarım günışığına kapanan bir odanın penceresi.Ellerimse duvar örmüş yüzüme, görmek istemiyorum hiçbirşeyi.
Üzerime üzerime geliyor hırçın dalgalar.Ayın yüzü çok kızgın...Bir yandanda denizin "git buradan" diye haykırış sesi...
Her limanda kovulup okyanusun ortasında kalan lanetli bir gemi gibiyim sanki...Kimse istemiyor inanki.
Kaçıyorum şimdi nereye koştuğumu bilmeyerek...ve adımlarım dahada hızlanırken bende haykırıyorum kısık bir ses ile ;

"Ne olur kurtarın beni ! ...Ne olur? " 01:49

Fatih Öztürk

11 Ocak 2009 Pazar

Mutsuz Palyaço İşi Bırakıyor.


Neden hep yalan söylersin umutsuz olanlara?
Neden hep bir umudun varolduğunu söylüyorsun?.. Kendinde umudu vadettikden sonra, O Karanlık köşene çekilip yalnız kalacaksın..Aslında hiç umudun varolmadığını sende biliyorsun...
Neden bir umudun hep yaşadığını söylersin? Onları mutlu edebilmek içinmi ?
Geceleri senin gibi üzülmesinler diyemi ? Yoksa koca bu dünyada yalnız hissetmesinler diyemi ?

Aç şu kahrolası gözlerini ve bir bak etrafına...İnsan sırtından sarfedilen aşşağılayıcı nitelikler duyuyorum.
Egolarını tatmin etmek için kendinden başkalarını düşünmeyen yaratıkları görüyorum.Dünyanın bir yanından bir yanına atılan barut dolusu kutuları biliyorum.. "Hırs" adına yapılan ezilmece usûlünü farkediyorum..Tek taraflı komedyalar görüyorum , sadece bi kaç kişinin gülebildiği..İnsanlar tarafından terkedilen insanları , " Çocukları" görüyorum.. Uçurumdan kanatsızca düşen varlıklarıda görüyorum.. Kendi tok iken , kendisinin sömürdüğü aç insanları görüyorum.. Buna sırıtan kapitalistleri görüyorum..Geceleri , sabaha çıkamayan Beyoğlu'nu görüyorum..Bir avuç arsa için yanan ormanların ateş kokusunu alıyorum..5 Dakikalık zevk için sabaha farklı halde uyanan cinsiyetler görüyorum..İnsanoğlunun ne kadar aciz olduğunu tek başına kaldığı zaman anlıyorum...
İlişkiler artık ticaret için...Ve benim dışımdaki yalancıların yanında tükenmeyecek kadar mum var artık.

Ben Bunları Gördüm...Göremediğim tek şey ;
O hep bahsettiğim " umut" sözcüğüyle söylenilen soyut varlıktı...Geleceğini söylediğim mutluluktu...
Dünya böylesine yanlış dönerken, Herşey bu kadar zayıf halde iken ; Bende yalan söyledim...
Aslında hiçbirşey güzel olmayacak...Bundan sonra hiçbirşeyin güzel olmasını asla beklemeyin.
Hepinize Yalan söyledim.Kendimide kandırdım...Sizleride kandırdım.
Bunu okudukdan sonra gözlerini yine o ters yöne dönen dünyaya çevireceksin , Sonra hepsi seni bir bir terkedecek.
Bakacaksınki kimse kalmayacak.Bedenin gitmesede ruhun o karanlığa karışacak...Suskun kalacaksın..
Belki yine gözyaşı dökersin bunu bilemiyorum...
Sonrasında zaten üzerimize kopacak o kızıl kıyamet...O kızıllıkdan sonraki dünya için umarım birşeyler yapabilmişsindir.
Hepinize yalan söylediğim için özür dilerim...

Fatih Öztürk.